Selahattin Duman'ın Merhum Ecz.M.Rahmi ÖZBAY Hakkındaki Yazısı

Değerli Meslektaşlarım, Gazeteci Selahattin Duman'ın merhum Ecz.M.Rahmi ÖZBAY hakkındaki yazısı aşağıdadır. Bilgilerinize. AFYONKARAHİSAR ECZACI ODASI Enfâs-ı ma’dûde-i hayat! “Ömrün sayılı nefesleri..”Tanıdığım en zarif, en kibar insanlardan biriydi.. Zarafeti öyle ithal ürün mağazalarından çıkma bir marka gibi taşımazdı üzerine.. Sözünü ettiğim özellik etine, tenine yapışıktı.. Hayata mavi gözleri ile aralıksız gülümseyen, kahkahası duyulmamış bir insandı.. Güzel adamdı, asil adamdı Rahmi Amca’m.. Acaba Süleyman Bey’e haber vermişler midir? Taaa Afyon Lisesi’nin sıralarından beri tanıdığı en eski sınıf arkadaşlarından Mirimoğlu Rahmi Bey’in kaybını.. Vermişlerse acımıştır Baba’nın yüreği.. Kendi babamdan biliyorum.. Son gününe kadar aklına geldikçe eski üniversite arkadaşı Halit Ziya’yı sordu.. Bazen bir çocuk gibi “Yahu.. Beni Halit Ziya’ya bir götürsene..” diye tuttururdu.. Halit Bey’in dört yıl önce terk-i hayat ettiğini söyleyemez, binbir yalan kıvırırdım.. Telefonla aradım Altınoluk’a bu yaz gelmiyormuş, diye.. Veya kış ortasından İstanbul’dan taşındırırdım.. Doksan iki yaşına gelmiş bir adamın hayatta tutunduğu son arkadaşlarından biriydi.. Artık yaşamadığını nasıl söyleyebilirdim?*** Süleyman Bey için de ortaokuldan beri tanıdığı Mirimoğlu Rahmi Bey böyle bir şeydir herhalde.. Şehirde onu Rahmi Özbay Mirimoğlu diye bilirlerdi.. Aile adının önünde soyadı kanununun mecburiyeti bir “Özbay” vardı.. Nüfusu o tarihte elli bini bulmayan şehrin dört eczanesinden birinin sahibiydi.. Ufak tefek, renkli gözleri her zaman gülümseyen, zarafet anıtı bir adam.. Herkese karşı güleç ve kibar, kimseye sesini yükseltmeyen, kimseyle tartışmayan edep sahibi bir beyefendi.. Ve benim ilk patronum.. İLK PATRONUM.. Yazları bir yerlerde çalışan arkadaşlarımın aldıkları haftalıklara heveslenip “Çalışacağım..” diye tutturmuş, kimi gözüme kestirdiğimi de babama söylemiştim.. “Afyon Eczanesi..” Evimizin tam altında.. Eli kırılasıcaların yıktığı tarihi hükümet binasının tam karşısında.. Eczaneden çok, sosyal hayatı olmayan bir taşra ilinde “şehir kulübü” işlevi gören; babam dahil, bütün doktorların soluklanmak için kaçtığı yer.. Babam, Rahmi Bey’e niyetimi daha doğrusu niyet bozukluğumu çıtlattığında “gelsin..” demiş.. Ailece var olan ilişkinin birden ötesine geçildi.. Benim çıraklığım, onun patronluğu öyle başladı.. Çırak işte.. Birincisi neyse de ikincisi ayak altında dolanmaktan başka ne işe yarar ki? Kös kös oturup Cumartesi gününün gelmesini bekliyordum.. Rahmi Amca bana işaret edecek, yanına gideceğim.. “Al bakalım haftalığın..” deyip elime iki buçuk lira sıkıştıracak.. Kimbilir, belki de beş lira.. Haziran’da başladım.. Ağustos sonu geldi.. O Cumartesi hiç gelmedi.. Üç senedir eczanenin tozunu yutan kıdemli çırak Mahmut, benim iki aydır beklediğimi üç senedir beklermiş.. Eski adamlar böyleydi işte.. Para konusunda elleri sıkıydı.. Benimkisi ise tam çocuk aptallığı.. Babamdan alamadığımı Rahmi Amca’dan koparacağım.. Sonunda Mahmut’un fiştiklemesi ile bir Cumartesi kapanmaya yakın yanına sokuldum.. “Rahmi Amca..” diye başladım lafa.. “Haftalık vermeyecek misiniz?” Başını kaldırıp şöyle bir baktı, yüzünde anlamını çözemediğim gülümseme ile önündeki hesaba döndü.. “Eczacı Hüseyin amca Nasır Bey’in oğlu Ömer’e haftada beş lira veriyormuş..” Gözleriyle güldü sanki, hem de kıs kıs.. Sadece “Çalış bakalım..” dedi.. Ne ben ne de Mahmut bir daha haftalık lafı edebildik..*** Eczaneler bugünkülere benzemiyordu.. Önde bildiğimiz eczane görüntüsü.. Yani ilaç dolu rafflar ve tezgâhlar olurdu.. Arka tarafta bir yerde de laboratuvar.. Doktorlar kimi hazır ilaçları reçetelerine yazarken bazen de olmayan ilacın terkibini verirler, eczacılardan onu yapmasını isterlerdi.. Bizim eczanenin de arka tarafı rengârenk kavanozlar, adını bile bilmediğimiz kimyasallarla doluydu.. Eczanenin önü doktorların, şehrin eşrafından kimselerin nasıl sosyal kulübü gibiyse o laboratuvar da Mahmut ile benim oyun alanımızdı.. UNVAN MAÇI GİBİ O yaz Amarika’da Cassius Clay diye bir boksör çıkmıştı.. Durmadan konuşan, koca ağızlı bir geveze.. Gazeteler onunla düşüp kalkmaya başladılar.. Dünya şampiyonu ise Sonny Liston adında eski bir mahkûmdu.. Unvan maçı yapacaklardı.. Gazetelerin fiştiklemesi ile çoluk çocuk yerinde duramıyordu.. O yaz popüler oyunların çoğu unutulmuş, iki oğlan çocuğundan biri Clay biri Liston olmuştu.. Hababam birbirlerine yumruk sallıyorlardı.. Bizim Mahmut kendine Clay’i seçince bana da Liston olmak düştü ve her gün arkadaki laboratuvarda bir unvan maçı yaşandı.. “Haftalık alamıyoruz bari unvanı kazanalım..” gayreti ile birbirimizin etrafında yumruklar sıkılı dönerken ne olduysa artık, hâlâ bilmem, raflardan biri kavanozları ve içindeki eczalarla birlikte üzerimize yıkıldı.. Hilmi ve Şükrü kalfalar koşup kulaklarımıza yapıştılar.. Rahmi Bey’in patlayıp, ikimize birden girişmesini bekliyorduk ki bir çift mavi göz üzerimize dikildi, o kadar.. Sanki “Yakıştı mı size?” diye soruyordu.. Ne öfke, ne azar, ne bir fiske.. Zarafetine uyan bir şekilde yerin dibine sokmuştu ikimizi de.. O yazın sonuna kadar başımız yerden kalkamadı..*** Son gördüğümde Rahmi Amca’m da başını yerden kaldıramıyordu.. Yaz başında şehirden geçerken ziyaret ettim.. Hastaydı.. Dermansızdı.. Vücudu iyice küçülmüştü.. Sadece o mavi gözler eskisi gibiydi.. Elini öpüp vedalaşırken “Yine uğrayacağım..” dedim.. Teselli kabilinden bir yalanı ekleyerek.. Ama son kez gördüğümü biliyordum.. Haberini Cinli Hasan telefonla verdi.. “Enfâs-ı ma’dûde-i hayat..” dedikleri şey hem babamın ve hem de “Baba” nın son arkadaşı için bitmişti.. “Enfâs-ı ma’dûde-i hayat..” Öyle demiş eskiler.. Ömrü “Sayılı nefeslere bağlı süre..” olarak tarif ederken.. Kimbilir bizler kaçıncı nefesteyiz?  Selahattin Duman